12 Şubat 2018 Pazartesi

TCK m86-87

Kasten yaralama

Madde 86-

(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi  üzerindeki  etkisinin basit  bir  tıbbî  müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama

Madde 87-

(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.

(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz.

(3) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/4 md.) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.

(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

TCK m81-82

Kasten öldürme

Madde 81-
(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Nitelikli haller

Madde 82-

(1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak,
b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,
c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle,
d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,
e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,
g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,(1)
i) (Ek:29/6/2005 - 5377/9 md.)Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,
j) Kan gütme saikiyle,(2)
k) Töre saikiyle,(2)
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

TCK m107

Şantaj

Madde 107-

(1) Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

TCK m108

Cebir

Madde 108-

(1) Bir şeyi yapması veya yapmaması ya da kendisinin yapmasına müsaade etmesi için bir kişiye karşı cebir kullanılması halinde, kasten yaralama suçundan verilecek ceza üçte birinden yarısına kadar artırılarak hükmolunur.

TCK m106

Tehdit

Madde 106-

(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(2) Tehdidin;
a) Silahla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.

TCK m125-126

Hakaret

Madde 125-
(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/15 md.) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 

(5) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/15 md.) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.

Mağdurun belirlenmesi

Madde 126-

(1) Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.

TTB'nin Türk Ceza Kanununa Ek Madde Önerisi

TTB'nin Türk Ceza Kanununa Ek Madde Önerisi

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar

Sağlık Hizmetini Engelleme:

(1) Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline karşı, sağlık hizmeti sunumu esnasında veya verilen sağlık hizmetinden kaynaklanan nedenlerle cebir, şiddet veya tehdit kullanan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Bu fiiller sonucu sağlık hizmeti kesintiye uğramış ise yukarıdaki fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.

CMK Madde 100 Tutuklama Nedenleri

Tutuklama nedenleri
Madde 100 
(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: 
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. 
b) Şüpheli veya sanığın davranışları; 
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, 
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: 
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (2)
1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78), 
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
3.(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),
4. İşkence (madde 94, 95)
5. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102), 
6. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
7.(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
8. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), 
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.
d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
g) (Ek: 27/3/2015-6638/14 md.) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 33 üncü maddesinde sayılan suçlar.
h) (Ek: 27/3/2015-6638/14 md.) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen suçlar.

(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez. 

Ülkemizde Sağlık Çalışanlarının En Büyük Sorunlarından Birisi Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet

Sağlık Çalışanlarına Şiddet aslında İş yerinde şiddetin bir alt türüdür

Avrupa Komisyonu İşyerinde şiddeti şöyle tanımlamıştır:

Çalışanın işi nedeniyle (işine gidip gelirken olanlar da dahil) maruz kaldığı, açıkça ya da üstü kapalı şekilde, güvenliğini, iyilik durumunu ya da sağlığını hedef alan istismar, korkutma, tehdit ya da saldırı olaylarıdır.

Sağlık Çalışanları özellikli çalışan gruplarının en önemlilerinden birisidir. Özveri içerisinde insan sağlığı gibi çok önemli bir konuda hizmet vermeye çalışırlarken şiddete maruz kalmaları üzücü ve bir o kadar da düşündürücüdür.

Ülkemizde Sağlık Çalışanlarının kendilerine uygulanan bir şiddet durumunda  kullandığı ve Beyaz Kod olarak adlandırılan bir bildirim sistemi mevcuttur. Sağlık Çalışanları burayı arayarak hem bildirim yaparlar hem de hukuksal destek alırlar. Bu sisteme 2017 yılında (1 Ocak-20 Aralık) 13.409 bildirim yapılmıştır.. Bunları sınıflandıracak olursak

*Sözel şiddet bildirimi 9.681
*Fiziksel şiddet bildirimi1.325
*Hem fiziksel hem sözel şiddet bildirimi 2.403

kez yapılmıştır.

Bunlardan 7.634 olay savcılığa bildirilmiştir. 6.490 olayın da soruşturması sürmektedir. Sonuçlanan davalardan 37 hapis, 28  adli para cezası kararı alınmıştır.

Sağlıkta şiddetin başlıca sebeplerini irdeleyecek olursak:

*Verilen hizmetin insan sağlığı gibi çok önemli bir konuyla ilgili olması
*Her zaman hasta veya hasta yakınını mutlu eden sonuçlara ulaşılmasının işin doğası gereği imkansız olması
*Hizmet alanların haksız ve dayanaksız önyargıları
*Hizmet alan kişilerin beklentilerinin ve bazı usulsüz isteklerinin şartlar gereği karşılanamaması veya yasal sebeplerle karşılanmaması
*Hizmetin bir çok birimde kesintisiz 7/24 verilmesi, işin doğası gereği bazen gergin bir ortamda yürütülmesi
*Sağlıkta alt yapı ve personel sayısında yetersizlik sebebiyle bu hizmetlerin zor şartlarda yürütülmesi
*Popülist politikalar ile sağlık çalışanlarının, hizmet verdiği kesimin emrinde olduğu, onlar ne derse yapması gerektiği gibi bir algı oluşması
*Medyada sağlık çalışanları ile ilgili haberlerde sürekli sağlık çalışanlarının hatalı gibi gösterilip rating uğruna sağlık çalışanlarına şiddetin üstü kapalı onaylanması hatta teşviği
*Sağlıkta şiddetin yeterince cezalandırılmaması

Verilen hizmetin, hizmet alanlarla çoğu zaman içi içe bir ortamda verilmesi diğer iş kollarına göre Sağlık Çalışanlarına şiddet uygulanmasını kolaylaştırmakta ve oranı arttırmaktadır.

Mutlaka Sağlık Çalışanının işiyle ilgili hatalarının ve yanlışlarının olduğu durumlar vardır ancak bu hiçbir zaman şiddete bahane olmamalı, bu sebep gösterilerek, şiddet meşrulaştırılmaya çalıştırılmamalı, şiddetli meşrulaştırmaya çalışanlara taviz verilmemelidir. Eğer böyle bir durum varsa haklı ıolan tabi ki yasal yollara başvurarak hakkını arayabilir.

Sebep ne olursa olsun Sağlık Çalışanına uygulanan şiddet hoş görülemez, önemsizleştirilemez, geçiştirilemez. Mutlaka cezalandırılmalıdır.

TCK'da (Türk Ceza Kanunu) sağlıkta şiddetle ilgili olabilecek başlıca maddeler şunlardır

*m81-82  Kasten Öldürme ve bununla ilgili diğer maddeler

*m86-87 Kasten Yaralama ve bununla ilgili diğer maddeler

TCK m86-87'nin Tümünü Okumak İçin Lütfen Tıklayınız

*m125 m126 Hakaret


Sağlıkta şiddetin caydırılamamasının en büyük sebeplerinden bence biri cezaların caydırıcı olmaması ve suç işlediği düşünülen kişini çoğunlukla tutuksuz yargılanmasıdır.

CMK m100-3 hangi hallerde tutuklama gerektiğini düzenlemiştir. Burada takdir hakimde olsa da olası ceza üst sınırı 2 yılı geçmeyen yaralamalarda CMK m100-3 de sözü edilen istisnalar dışında tutuklama kararı verilmez. Kasıtlı yaralamalar bunun istisnasıdır ve hakim kasıtlı yaralamada bu 2 yıllık kritere bakmadan tutuklama kararı verebilir.
Bununla beraber 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'na 2014 yılında eklenen bir ek madde ile sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu az önce sözünü ettiğim CMK m100-3 kapsamında tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında tanımlanmıştır. Yani ceza alt sınırına bakılmaksızın tutuklama kararı verilmesi uygundur, ek madde hakimin bu konudaki insiyatifini kanımca azalmıştır.

Yine 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'na 2014 yılında eklenen bu  ek madde çok önemli bir değişiklik  daha getirmiştir. Bu değişikliğe göre Özel Sağlık Kurum ve Kuruluşlarında görev yapan personel, bu görevleriyle bağlantılı olarak kendilerine karşı işlenen suçlar bakımından 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulanmasında kamu görevlisi sayılır. Dolayısı ile uygulanan şiddet de kamu görevlisine uygulanmış sayılacaktır.

Ek maddedeki bu iki önemli değişikliğin Sağlık Çalışanları için teoride önemi büyüktür, bunun pratikte de faydasını olacağı açıktır ve beklentimiz bu yöndedir.

Sağlık Çalışanlarına Şiddet kesinlikle önlenmelidir. Suçlular kanunlar çerçevesinde taviz verilmeden cezalandırılmalıdır, Gerekli yasal düzenlemelerle cezalar caydırıcı duruma getirilmelidir şiddet uygulayanlar sağlık hizmeti alırken belli bir süre bu bu hizmeti gerekirse kolluk gözetiminde almalı ve gerekirse ücret ödemelidir. Maddi yaptırım sağlık primlerinde artış olarak da uygulanabilir.

TTB'nin de Sağlık Çalışanlarına Şiddet ile ilgili bir yasa değişikliği beklentisi içerisindedir ve bir taslak hazırlamıştır. Özet olarak cezaların arttırılması ve eğer şiddet sağlık hizmetinin kesintiye uğramasına sebep olmuşsa bunun ağırlaştırıcı sebep olarak kabul edilmesini talep eden bir taslaktır.

TTB'nin Türk Ceza Kanununa Ek Madde Önerisinin Tam Metnini Okumak İçin Lütfen Tıklayınız

Sağlık Çalışanlarının yasal haklarını bilmeleri ve bu konuda haklarını aramaktan kaçınmamaları suçluların cezalandırılmasını ve doğal olarak caydırıcı etki yaratacağı için yeni olayların olmasını engelleyecektir.

9 Şubat 2018 Cuma

Enjeksiyon Sonrası Sinir Hasarına Bağlı Oluşan Kısmi Felç İle İlgili Açılan Davada, Verilen Davanın Reddi Kararının Bilirkişi Raporunun Yetersizliği Sebebiyle Bozulmasıyla İle İlgili Karar

13. Hukuk Dairesi         2015/29074 E.  ,  2016/5178 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, 11.7.2012 tarihinde takibini de yapan davalı hastanede spinal anestezili sezeryan ile doğum yaptığını, ameliyattan yaklaşık 2 saat sonra bir hemşirenin gelip, kendisine kalçadan ağrıkesici iğne yaptığını, anestezinin etkisi geçince; bu şefer iğne nedeniyle sol bacağının felç kaldığını, bu durumun kısa zamanda geçeceği söylendiği halde, günler geçmesine rağmen iyileşemediğini, başka bir hastanede yapılan tetkikler sonucu hatalı enjeksiyon sonucu sinir hasarı meydana geldiğini öğrendiğini, fizik tedavi gördüğünü ve gördüğü tedaviye rağmen iyileşemediğini, halen topalladığını ve ağrılarının devam ettiğini beyanla; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 4.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL de manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. 

Davalı, davacının iddia ettiği gibi, bir hatalı enjeksiyon durumunun söz konusu olmadığını, hastada oluşan durumun bir komplikasyon olup kendilerine her hangi bir kusur izafe edilemeyeceğini savunmuş ve davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı hastanede gerçekleşen ameliyat sonrası yapılan hatalı enjeksiyon sonrası oluşan zararların tazminine ilişkindir. Davacı, davalı hastanede 11.07.2012 tarihinde spinal anestezili sezeryan ile doğum yaptığını, doğum sonrasında henüz anestezinin etkisi geçmeden kendisine ağrı kesici iğne yapıldığını, hatalı enjeksiyon nedeniyle sol bacağının felç kaldığını, uzun süre fizik tedavi gördüğünü, gördüğü tedaviye rağmen şikayetlerinin devam ettiğini beyanla maddi ve manevi tazminat talep etmiş, davalı ise, hatalı enjeksiyonun söz konusu olmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece Adli Tıp 2.İhtisas Kurulundan alınan 24.03.2014 tarihli raporda; enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceğinin tıbben bilindiğini, bu durumun enjeksiyonların tekniğine uygun yapılması durumunda da daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek arazlara sebep olabildiği, bu durumun her türlü özene rağmen oluşabilecek her hangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan bölgenin uygunsuzluğu yönünden tıbbi bir delilin de var olmadığı anlaşıldığından; sağlık personeline her hangi bir kusur izafe edilemeyeceği görüşü belirtilmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre; davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından bilirkişi raporuna itiraz edilerek, yeniden rapor alınması talep edilmişse de, mahkemece davacının talebi kabul edilmemiştir. O halde mahkemece, davacıya uygulanan enjeksiyonun doğru yere yapılıp yapılmadığı ve davacının iddia ettiği diğer hususlarla ilgili tüm bilgi ve belgeler, hastane kayıtları, çekilen tüm filmler, epikriz ve Adli Tıp Raporu da birlikte gönderilerek, Üniversite Öğretim Üyelerinden oluşturulacak, içlerinde nöroloji uzmanının da bulunduğu, konusunda uzman, akademik kariyere sahip yeni bir bilirkişi kurulundan, davacıya yapılan enjeksiyonun usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı, hastada oluşan hasarın, “enjeksiyonun hatalı uygulanması”na bağlı olarak gelişebileceği ve bunların gelişme olasılıkları, kas içine ve usulüne uygun olarak yapılan bir enjeksiyon sonrasında “nöropati” gelişmesinin mümkün olup olamayacağı, mümkünse, bu durumun meydana getireceği bulguların neler olduğu, enjeksiyon öncesinde yapılması gereken muayenenin ve sonrasında gereken tüm tıbbi müdahalelerin yapılıp yapılmadığı üzerinde durulup irdelenmek suretiyle, olayda davalıya atfı kabil bir kusur bulunup bulunmadığı konusunda; nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 27,70 TL harcın istek halinde iadesine, 22/02/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Normal Doğum Sonrası Bebekte Oluşan Özür İle İlgili Açılan Maddi Manevi Tazminat Davasının Mahkemece Red Edilmesi Üzerine Aynı Konuda Süren Bir Ceza Davası Olması ve Onun Sonucunun Beklenmesi Gerektiğini Belirten Bir Bozma Kararı

13. Hukuk Dairesi         2016/2539 E.  ,  2016/12988 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacılar vekili avukat ... geldi. Karşı taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, davalı doktorun doğum sırasında sorun olmasına rağmen sezeryan yapmayıp normal doğumda ısrarcı olmasıyla bebeğin beynine oksijen gitmemesi sonucu bebeğin özürlü olduğunu, buna davalı doktorun sebebiyet verdiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemişlerdir. 

Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, davalı doktorun ihmali ve yanlış kararı ile doğum sırasında bebeklerinin beynine oksijen gitmemesi sonucu özürlü olmasına sebebiyet verildiği iddiasıyla istenilen maddi-manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. 

Dosya kapsamı incelendiğinde, davalı doktorun, davaya konu eylemi ile ilgili olarak 6. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/600E. sayılı dosyasında yargılandığı anlaşılmıştır. Borçlar Kanununun 53. maddesi gereğince hukuk hakimi, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değilse de, mahkumiyet ve tespit edilen maddi olgularla bağlı olduğundan, ceza mahkemesinde açılan söz konusu kamu davasının sonucunun, eldeki davayı etkileyecek nitelikte olduğu, davalıların kusurlu olup olmadıklarının tespiti için, söz konusu ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Mahkemece ceza davasının sonucu beklenmeden karar verilmiştir. Değinilen bu yön gözetilerek söz konusu ceza davasının kesinleşmesinin, “bekletici sorun” yapılması gerekmekte olup sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davacıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir. 

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün temyiz eden davacılar yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bent gereğince davacıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davalılardan alınarak davacılara ödenmesine, peşin alınan 25,20 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.



Sezeryan Sonrası Oluşan Komplikasyon ve Ölüm Sonrası İlk Derece Mahkemesinin Verdiği Doktor Lehine Davayı Red Kararının Bilirkişi Raporlarının Yetersizliği ve Çelişkisi Sebebiyle Bozulmasıyla İlgili Karar

13. Hukuk Dairesi         2016/4925 E.  ,  2017/8069 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacılar vekili avukat ... ... ile davalı ... vekili avukat ..., diğer davalı ... vekili avukat ... ... ... gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Asıl ve birleşen dava ile davacılar vekili, davacılardan ... ... ... eşi, ..., ... ve ... ... annesi, ...'ın ise kızı olan .... ..., 09.07.2010 tarihinde yapılan sezeryan doğum ameliyatından önce enfeksiyona bağlı öksürük rahatsızlığı yaşadığını, davalı doktoru ... ... tarafından ilaç tedavisine başlanıldıysa da, tam tedavi olmadan sezeryana alındığını, davalı hastanede ... dünyaya getirirken anestezi uygulaması sırasında Şengül'ün boğazının kilitlendiğini, davalıların müdahaleye yönelik yanlış teşhis ve uygulaması, doğum sırasında standart uygulama yapmaması, beceri eksikliği, özensiz fiil ve davranışları sonucunda annenin bitkisel hayata girdiğini, bilincinin kapandığını, yaklaşık 1 sene makineye ve yatağa bağlı yaşam savaşı vermesine ve daha sonra vefat etmesine sebep olduklarını ileri sürerek, maddi manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddine, karar verilmesini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı doktorların sezeryan doğum sırasında yanlış teşhis ve özensiz uygulaması, beceri eksikliği ile hatalı operasyonlarından kaynaklı olarak annenin ölümüne sebebiyet verilmesi nedeniyle istenilen maddi ve manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. 

Mahkemece, dosyaya kazandırılan, ... Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yapılan soruşturmada alınan ... 1. İhtisas Kurulu'nun 16.05.2012 tarihli raporu, taraflarca dosyaya sunulan bilimsel mütalalar, ... Tabip Odası Onur Kurulu'nun 26.03.2013 tarihli kararı incelenmiş; davalılara kusur atfetmeyen ... raporu ve Onur Kurulu kararı ile dosyaya kazandırılan bilimsel mütalalar arasında çelişki olduğundan, ... Genel Kurulu'ndan 26.02.2015 tarihli rapor alınmış ve bu raporda davalı doktorlara atfı kabil kusur bulunmadığı belirtildiğinden, davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Oysa, hükme esas alınan ... Genel Kurulu raporunun önceki ... raporunun tekrarı niteliğinde olduğu, olaya ilişkin yeterli açıklamayı içermediği, hastanın öksürük şikayeti devam ederken ameliyata alınmasının uygun olup olmadığı, boğazın kilitlenmesi sırasında yapılan işlemlerin uygun ve yeterli olup olmadığı, ameliyattan sonra da hastanın sevki için yapılan işlemlerin yeterli özeni içerip içermediği, özellikle hastanenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının irdelenmediği anlaşılmakla, mahkemece, davaya konu olayda rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir Üniversiteden, aralarında dava konusu hususta uzman, Kulak Burun Boğaz ve Anestiyoloji uzmanı bulunan, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, yapılan işlemlerin tıp bilimi açısından yeterliliği hususunda, ayrı ayrı davalılara atfı kabil bir kusur olup olmadığı konusunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, Mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalıların ayrı ayrı kusurlu olup olmadığının belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu yönler göz ardı edilerek, eksik incelemeye dayanılarak, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacılar yararına BOZULMASINA, 1480,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacılara ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05/07/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Aydınlatılmış Onam Formunun, Epidural Anestezi Sonrası Oluşan Komplikasyon Sonrası Doktor Açısından Önemini Gösteren Bir Bozma Kararı

13. Hukuk Dairesi         2016/7750 E.  ,  2017/8617 K.

"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün taraflar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı ... vekili avukat ... ile ihbar olunan ... vekili avukat ... ile davacı ... ..., ... ve vekili avukat ...'un gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar vekili, davacılardan ...'in davalıya ait hastanede epidural anestezi yöntemi ile doğum yaptırılırken felç olduğunu, belden aşağı bölümünün uyuştuğunu ve işlevini yitirdiğini, davalının özenli bir organizasyon gerçekleştiremediğini, meydana gelen “kauda equina” sendromu ile ilgili bilgi verilmediğini ileri sürerek, davacılar lehine maddi manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile davacı ... için 35.000,00TL, ... için 10.000,00TL, ... için 10.000,00 TL manevi tazminatın 05/04/2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, maddi tazminat talebinin reddine, karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

Dava, davacılardan ...'in davalıya ait hastanede epidural anestezi yöntemi ile sezeryan doğum yaptıktan sonra belden aşağısının felç olması nedeniyle, tedavi hizmetini üstlenen davalı özel hastanenin sorumluluğuna dayanılan maddi-manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yolu seçmek gerekir. Gerçekten de hasta mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, TBK 510.md(Eski BK 394. md) hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Ancak, tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktorun bu kez sorumlu tutulmaması gerekir.

Dosya kapsamı incelendiğinde, mahkemece, davalıya atfı kabil kusur olup olmadığının tespiti açısından, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi’nin 17.12.2012 tarihli raporu, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 21.08.2014 tarihli raporu ve aralarında Adli tıp AD, Kadın hastalıkları ve Doğum AD, Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD öğretim üyeleri bulunan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 28.10.2015 tarihli bilirkişi heyeti raporu alınmış; alınan raporlarda, gerçekleşen durumun önceden öngörülüp önlenemeyecek, her türlü özene rağmen görülebilecek komplikasyon olduğu, hastaya uygulanan tıbbi işlemlerin tıp kurallarına uygun yapıldığı, bu işlemler sırasında ve sonrasında herhangi bir uygulama hatası bulunmadığı, davalı kuruluşun da herhangi bir ihmal ve kusurunun olmadığı belirtilmiştir. Yine, mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, davacılardan Arzu’nun imzasının bulunduğu ve epidural anesteziye bağlı olarak belden aşağı bölgelerde sinir hasarı görülebileceği komplikasyonunun yer aldığı aydınlatılmış onam formu düzenlenmiş olduğu görülmüştür; kaldı ki bu duruma davacı tarafın da itirazı yoktur. Hal böyle olmasına rağmen, mahkeme gerekçesinde, 1980 doğumlu olan bir anne adayının epidural anestezinin gerçekleşen sonucunu bilerek doğum odasına girmesinin mümkün olmadığı, davacının özel bir sağlık kuruluşunda ilk doğumunu yaparken sonucun tekerlekli sandalye ile sonuçlanabileceği ve ciddi sağlık sorunları yaşayacağını bilerek bu tekniği kabul etmeyeceği, değerlendirilmek suretiyle, davalının aydınlatılmış onam yükümlülüğünü yerine getirmediği kanaatine varılarak, bir kısım manevi tazminat talebinin kabulüne karar verilmiştir. Oysa dosya içerisinde bulunan, davacılardan hasta Arzu’nun imzasını içeren 05.04.2010 tarihli aydınlatılmış onam formu açık olup, bilirkişi raporları ile de bu husus desteklenmiştir. O halde, tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde, davalı tarafın üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirdiği, buna rağmen istenmeyen durumun meydana geldiği, davalı tarafa yüklenebilecek bir kusur olmadığı sabit olup, davanın tümden reddi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle, yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. 

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA,, 1480,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, aşağıda dökümü yazılı 2,20 TL. kalan harcın davacıdan alınmasına, 939,50 TL TL harcın davalıya, 29,20 TL harcın ihbar olunan Gülce Avanoğluna iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27/09/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.




7 Şubat 2018 Çarşamba

Sezeryan Sonrası Gelişen Komplikasyonla İlgili Bir Yargıtay Kararı

13. Hukuk Dairesi         2014/10131 E.  ,  2014/34506 K.

"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 05/11/2013
NUMARASI : 2013/202-2013/454

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, F.. U..'ın doğum yapmak üzere 18.04.2012 günü Malatya Sıtmapınarı Ö..G.. Hastanesine yatırılmış olup 19.04.2012 günü davalı kadın doğum uzmanı N.. D..'ın yaptığı sezaryen ameliyatı sonucunda bir kız bebeği dünyaya getirdiğini, ameliyat sonrası takip ve gözleminin yapılmadığını, tuvalet ihtiyacını gideremediği hususunun dikkate alınamadığını, bu yönde herhangi bir soru sorulmadığı gibi bu durumun anormal olup olmadığı hususunda herhangi bir bilgi de verilmediğini, doğumdan bir gün sonra N.. D..'ın ve başhekimin bilgisi dahilinde Ö.. G.. hastanesinden taburcu edilerek evine gönderildiğini, ertesi gün dayanılmaz karın ağrıları ve karnında oluşan şişlik nedeniyle D.. Devlet Hastanesi acil servisine müracaat etmiş olup oradaki doktorlar tarafından bazı tetkikler yapılıp ağırının biraz miktar azaltılması sağlandıktan sonra tekrar eve gönderildiğini, ancak ağrıların devam etmesi üzerine tekrar D.. devlet hastanesi doktoru tarafından ambulansla Malatya devlet hastanesine sevk ettiğini, eşinin durumu doğumu gerçekleştiren N.. D.. isimli doktora telefonla bildirdiğini ve aynı gün Malatya Ö.. G.. hastanesine intikal edildiğini, burada muayene eden Genel cerrahi uzmanı davalı doktor E.. B..'nun bağırsağın delindiğini ve bağırsak içeriğinin karın boşluğuna sızdığını belirterek hastayı başka bir sağlık kuruluşuna sevk etmeyerek doğrudan ameliyata aldığını, ameliyat öncesindeki ağrılarının ameliyat sonrasında da devam ettiğini, bunun sonrasında T.. Ö.. Tıp Merkezi Genel Cerrahi yoğun bakım servisine ambulansla gönderildiğini, burada yapılan muayenede karnının içinde yeni kirlilik bulunduğunu ve bu nedenle acilen 3. kez ameliyat olması gerektiğini, hayati tehlikesinin bulunduğunu, karın boşluğundan çıkartılan bağırsakların ameliyat edilen bölümünün bir alet içerisinde vücudunun dışında bulunmakta olup bağırsak içeriğinin deşarjının da bu kutu yardımıyla 2014/10131-34506
sağlandığını, vücut dışındaki bağırsakların tekrar vücudunun içerisine alınması için Ö.. Malatya P.. Hospital'da 2 kez ameliyat edildiğini, bu olaylar nedeniyle sürekli olarak ölüm korkusu yaşadıklarını, bebeğini bir kez bile emziremediğini, davalı N.. D..'ın bağırsak zedelenmesine sebebiyet vermesi, davalı E.. B.. ile G.. Hastanesini işleten şirketin hastanenin yoğun bakımı servisi olmamasına rağmen ameliyat etmesi nedeniyle kusurlu olduklarını, davalılar hakkında tedbirsizlik ve dikkatsizlik ve meslekte ihmal neticesinde yaralamaya sebebiyet vermek suçu nedeniyle Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/13003 Sor. Sayılı şikayetinin yapıldığını ve soruşturmanın halen devam ettiğini, davacıların tümünün çektiği üzüntü ve korkular nedeniyle manevi tazminat istemlerinin haklı olduğunu ileri sürerek davacılardan F.. U.. için 100.000,00 TL, Y.. U.. için 40.000,00 TL, diğer davacılar Merve, Esra, A.. İ.. ve G.. U. için ayrı ayrı 15.000,00 TL olmak üzere toplam 200.000,00 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 19.04.2013 tarihinden itibaren faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı E.. B.. davaya cevap vermemiş, diğer davalılar kusurlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça temyiz edilmiştir.

Dava, doktor ve hastası arasındaki vekalet sözleşmesinden doğan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar sezaryen ameliyatı sonrasında oluşan rahatsızlığın komplikasyon değil malpraktis teşkil ettiğini ve davalıların kusurlu olmakla manevi zararlarını tazminle mükellef olduğunu ileri sürmüş, davalılar ise bu neticenin sezaryen ameliyatının olağan risklerinden olduğunu savunmuştur. Mahkemece savcılık soruşturması nezdinde alınan Adli Tıp Raporunun davalılara kusur atfetmeyen mütalaasına dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir. 

Borçlar Kanunu’nun vekâlet akdini düzenleyen 502 ve devamı maddeleri uyarınca davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır.Vekil vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır.Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup,en hafif kusurunda bile sorumludur. (TBK.nun 395 ve 396. md.) O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir.Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm Şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla 
yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmak ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir.Gereken özeni göstermeyen vekil, TBK.nun 510/1. maddesi hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır. 

Önemli bir diğer düzenleme de Avrupa Biyotıp Sözleşmesidir. Bu sözleşme 9.12.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Bu sözleşmenin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; “Bu sözleşmenin tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler.”

Sözleşmenin 4. maddesinde ise, “Meslek Kurallarına Uyma” başlığı altında; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve 2014/19545-22576 standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” denilmektedir.Sözleşme iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir.Bu durumda, her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir. 

Somut olayda davacı F.. U..'ın sezaryen ameliyatı sırasında bağırsağının delindiği ve devamında birden çok kez ameliyat olduğu sabittir. Mahkemece salt ceza soruşturmasında alınan raporla yetinilmeyerek, yukarıdaki açıklamalar ışığında üniversitelerden seçilecek uzman hekimler eliyle taraf itirazlarının karşılar, denetime açık, her türlü şüpheden uzak sonuca varır mahiyette rapor alınması ve neticesine göre hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulmasını gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Ölümle Sonuçlanan İş Kazası Sonrası Kusuru Bulunmayan Çalışanın Yakınlarına Verilen Manevi Tazminatın Az Bulunması Üzerine Verilen Bir Bozma Kararı

Aşağıda "Ölümle Sonuçlanan İş Kazası Sonrası Kusuru Bulunmayan Çalışanın Yakınlarına Verilen Manevi Tazminatın Az Bulunması Üzerine Verilen Bir Bozma Kararı"nı okuyacaksınız.

Bu karar ile ilgili düşüncelerim yazının sonundadır.

21. Hukuk Dairesi         2017/4037 E.  ,  2017/9702 K.

"İçtihat Metni"


Davacılar, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. 

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davacılar ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi. 

K A R A R

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlerle temyiz kapsam ve nedenlerine göre; davalıların tüm, davacıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2-Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, istemlerin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dosya kapsamından, müteveffa sigortalının 28/12/2013 tarihli iş kazasının meydana gelişinde bir kusurunun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Gerek mülga BK’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin Duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde, anne ve baba yararına hükmedilen 25.000,00'er TL manevi tazminatlar ayrı ayrı azdır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacılara iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalılara yükletilmesine, 

27/11/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
















Sonrasında Maluliyet Oluşmayan Bir İş Kazasında Verilen Manevi Tazminatın Yüksek Bulunması İle İlgili Bir Bozma Kararı

Aşağıda "Sonrasında Maluliyet Oluşmayan Bir İş Kazasında Verilen Manevi Tazminatın Yüksek Bulunması İle İlgili Bir Bozma Kararı"nı okuyacaksınız.

Bu karar ile ilgili düşüncelerim yazının sonundadır.

21. Hukuk Dairesi         2017/4059 E.  ,  2017/8171 K.

"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davalılardan... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi. 

K A R A R 

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere, temyiz kapsamına ve sebeplerine göre temyiz talebinde bulunan davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüne,

2-Dava, iş kazası nedeniyle yaralanan ve tedavi gören davacı sigortalının, maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebine ilişkindir.

Mahkemece 2013/278E 2015/K sayılı dosyada davanın kısmen kabulü ile 25.000,00TL manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verildiği ve fazla talebin reddedildiği, iş kazası prosedürünün işletilmemesi nedeniyle Dairemiz tarafından bozmaya karar verildiği ve SGK Başkanlığı tarafından iş kazası incelemesinin yapılması gerektiğine işaret edildiği, bozma ilamına uyan Mahkeme tarafından yargılamaya devam edildiği ve Kuruma müzekkere yazıldığı, SGK Başkanlığı'nın müzekkere cevaplarına göre olayın iş kazası olarak kabul edildiği ve davacı sigortalıda %0 maluliyet tespitinin yapıldığı, Mahkemenin bu defa 16.05.2017 günlü kararı ile 25.000,00TL manevi tazminatın 18.03.2013 gününden itibaren işleyecek yasal faiz ile davalılardan müteselsilen tahsiline karar verildiği görülmüştür. 

Dosyadaki kayıt ve belgelere göre Mereto Lojistik Ltd. Şti. bünyesinde çalışan 1992 yılı doğumlu davacının, rıhtımdaki vinçte boya yaptığı esnada, Mersin Limanına yanaşan davalı ... Express isimli geminin vince çarptığı, bu esnada davacının vinçten düşerek yaralandığı, SGK Başkanlığı tarafından davacıya 11 gün için geçici iş göremezlik ödemesinin yapıldığı, kusur raporuna göre olayda davalılardan .... Dotanma iştirakinin %70,.... %10 kusurlu kabul edildikleri anlaşılmaktadır. 

Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi hükmüne göre hakimin, özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek, tazminata benzer fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Hakimin, bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23/06/2004, 13/291-370 )

Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı yararına hükmedilen 25.000,00TL manevi tazminatın bir miktar fazla olduğu ortadadır.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. 
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 23.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.






Kişisel Görüşüm:Ölümle Sonuçlanan İş Kazası Sonrası Kusuru Bulunmayan Çalışanın Yakınlarına Verilen Manevi Tazminatın Az Bulunması Üzerine Verilen Bir Bozma Kararı

Kişisel Görüşüm: Sonrasında Maluliyet Oluşmayan Bir İş Kazasında Verilen Manevi Tazminatın Yüksek Bulunması İle İlgili Bir Bozma Kararı

6 Şubat 2018 Salı

İş Kazası Sonrası Zaman İçerisinde Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranının Değişmesi Üzerine Bu Oranın Nasıl Belirlenmesi Gerektiğini Belirtir Bir Bozma Kararı

Aşağıda " İş Kazası Sonrası Zaman İçerisinde Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranının Değişmesi Üzerine Bu Oranın Nasıl Belirlenmesi Gerektiğini Belirtir Bir Bozma Kararı"nı okuyacaksınız.

Bu karar ile ilgili düşüncelerim yazının sonundadır.

10. Hukuk Dairesi         2017/4279 E.  ,  2017/7478 K.

"İçtihat Metni"


Dava, iş kazası sonucu oluşan meslekte kazanma gücü kaybı oranının tespiti ile belirlenecek yeni oran üzerinden kısa vadeli sigorta kolları üzerinden gelir bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. 

Mahkemece, bozmaya uyularak, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir. 
Hükmün, davalılardan Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davacının 06.01.2006 tarihinde uğradığı trafik-iş kazası sonrasında davalı kurumca 29.11.2006 tarihli rapor dayanak alınarak %13 oranı üzerinden bağlanan iş göremezlik geliri devam etmekte iken, davacının uğradığı kaza nedeniyle dava dışı üçüncü kişi aleyhine açtığı maddi manevi tazminat davasında aldırılan 10.06.2013 tarihli verilmiş rapor ile davacının meslekte kazanma gücü kayıp oranının kaza tarihinden itibaren % 27 olduğuna dair yapılan belirleme nedeniyle açılan eldeki davada, mahkemece kesinleşen diğer dosyanın aslının veya onaylı bir örneğinin bu dosya arasına alınmadan, uyulan bozma ilamından sonra işvereni davaya dâhil etmekle yetinilerek, davanın kabulüne dair karar verildiği anlaşılmakta ise de, verilen kararın eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.

5510 sayılıKanununun Geçici 1. maddesi uyarınca davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Yasanın 19. ve 25. maddelerine göre, meydana gelen iş kazasından sonra meslekte kazanma gücü kaybın oranının %10’dan fazla olup olmadığının veya artış gösterip göstermediğinin veyahut ne miktarda olduğunun tespitinde izlenecek yol, 506 sayılı Yasanın 109. (5510 sayılı Yasanın 95.) maddesinde hükme bağlanmıştır. Buna göre kurum sağlık tesislerince düzenlenen raporlara dayanılarak verilen kararlara karşı rapor alınmalı, söz konusu kurul raporlarının Kurumu bağlayacağı, ancak, diğer ilgilileri bağlamayacağı dikkate alınarak, itiraz halinde alınacak rapora göre karar verilmeli; Kurumu raporu arasında çelişki bulunması halinde ise,'nun 15. maddesi kapsamında urulundan aynı şekilde alınacak raporla itirazın değerlendirilmesini sağlayarak, bu çelişki giderilip, varılacak sonuca göre karar verilmelidir. 
./..

Buna göre eldeki davada, öncelikle davacının açtığı tazminat dosyasının tamamının bu dosya arasına celbi ile 506 sayılı Yasanın 109. maddesi gereği davacının geçirdiği trafik-iş kazası nedeniyle önce Kurulundan davacının meslekte kazanma gücü kaybı oranının kaç olduğu, değişme olup olmadığı ve değişme olmuş ise değişiklik tarihinin de belirtilmesi ile davacının itirazı halinde aynı şekilde rapor aldırılması ile çelişki vaki olur ise Kurulundan bağlayıcı şekilde aldırılacak rapor ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davalılardan Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 31/10/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi. 


Kişisel Görüşüm: İş Kazası Sonrası Zaman İçerisinde Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranının Değişmesi Üzerine Bu Oranın Nasıl Belirlenmesi Gerektiğini Belirtir Bir Bozma Kararı

Konu hakkında görüşüm şöyledir

Kişisel Görüşüm: İş Kazası Sonucu Verilen Manevi Tazminatın Az Bulunması Üzerine Verilen Bir Bozma Kararı (2017)

Konu hakkında görüşüm şöyledir

Kişisel Görüşüm: Bir İş Kazası Davasında Kaçınılmazlık Kavramının Hatalı Yorumlandığını Düşünen Yargıtayın Bozma Kararı (2017)

Konu hakkında görüşüm şöyledir

Bir İş Kazası Davasında Kaçınılmazlık Kavramının Hatalı Yorumlandığını Düşünen Yargıtayın Bozma Kararı (2017)

Aşağıda "Bir İş Kazası Davasında Kaçınılmazlık Kavramının Hatalı Yorumlandığını Düşünen Yargıtayın Bozma Kararı"nı okuyacaksınız.

Bu karar ile ilgili düşüncelerim yazının sonundadır.

21. Hukuk Dairesi         2017/4370 E.  ,  2017/7635 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Bölge Adliye Mahkemesi

KARAR 

A)Davacı İstemi:

Davacı sigortalı 26.11.2014 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu sürekli işgöremezliğe uğraması nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesini talep etmiştir.

B)Davalı Cevabı:

Davalı vekili alacağın zamanaşımına uğradığını, davanın mükerrer olduğunu, davacının maluliyeti olmadığını, müvekkilinin kusuru olmadığını, taleplerin reddine karar verilmesini talep etmiştir. 

C)İlk Derece Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi:

Mahkemece maddi tazminat talebinin kabulüne, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Mahkeme gerekçesini; "İddia, savunma, celbedilen belgeler, alınan raporlar ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının davalı işverene ait yeraltı maden ocağı işyerinde 26/11/2014 tarihinde geçirdiği iş kazasında yaralandığı, iş bu kazanın gerçekleşmesinde davalı işveren TTK'nın % 40 oranında kusurunun bulunduğu, kazalı işçi ...'un % 30 oranında kusurlu olduğu, % 30 oranında da kaçınılmazlık bulunduğu anlaşılmıştır. Maddi tazminat istemi yönünden yapılan irdelemede; Mahkememizce davacının maddi kazanç kaybı 35.894,55 TL olarak belirlenmiş olup, buna göre taleple bağlı kalınarak davacı tarafça istenen maddi tazminat talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir. 

Manevi tazminat talebi yönünden yapılan irdelemede ise; davacının yaşı, iş kazası tarihi, iş kazasının gerçekleşme biçimi, iş kazasının meydana gelmesinde davacı kazalının müterafik kusuru, davalının kusuru, davacının sosyal ve ekonomik durumu, iş kazası nedeniyle husule gelen malüliyetin derecesi, davacının iş bu malüliyeti nedeniyle çektiği ve çekeceği üzüntü, ülkenin ekenomik koşulları, davalı işverenin mali durumu, paranın satın alma gücü, 22/06/1966 gün 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında belirtilen ilkeler ve hak nesafet kuralları gözönünde tutularak, Mahkememizce hükümde gösterilen miktarda manevi tazminat takdir edilerek talebin kısmen kabulü yönünde, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." olarak açıklamıştır.

D)Bölge Adliye Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi:

Bölge Adliye Mahkemesi, "Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, ilk derece mahkemesi hakiminin objektif, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu; ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı ve davalı tarafın yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun ...nun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine" karar verilmiştir.

E)Temyiz:

Davacı vekili, maadi ve manevi tazminatların az olduğu gerekçeleriyle kararın bozulmasını istemiştir
Davalı vekili, maddi tazminattan hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği, müvekkili kurumun sürekli zarar eden bir kamu kurumu olduğu, kusur durumundaki çelişkinin giderilmediği, hesap raporunun hatalı olduğu, hükmedilen manevi tazminatın fazla olduğugerekçeleriyle kararın bozulmasını istemiştir.

F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:

Dosya kapsamından beş tonluk malzeme trikosu üstündeki sarmalar davacı ve bir diğer sigortalı tarafından el ile nakledilirkensarmanın elinden kaymasıyla sol elinin sarma ile triko arasında sıkışması sonucu yaralandığı, hükme esas alınan kusur raporunda olayın meydana gelmesinde tarafların kusuru yanında % 30 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğu iken, 4857 sayılı Kanun'un 77. ve devamı bir kısım maddeleri 30.06.2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 37. maddesiyle, 01.01.2013 tarihinde yürürlüğe girmek üzere yürürlükten kaldırılmış olup, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenin sağlık ve güvenlik önlemlerini alma yükümünü daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.

Buna göre, 6331 sayılı Kanun’un "İşverenin Genel Yükümlülüğü" kenar başlıklı 4. maddesinde:

"İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede; 

a)Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.
b)İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
c)Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.
ç)Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu gözönüne alır.
d)Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışında ki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır." hükmü düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un 5. maddesinde de risklerden korunma ilkeleri düzenlenmiştir. Buna göre maddede, "İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:
a)Risklerden kaçınmak,
b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek,
c)Risklerle kaynağında mücadele etmek,
ç)İşin kişilere uygun hale getirilmesi için iş yerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek,
d)Teknik gelişmelere uyum sağlamak,
e)Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek,
f)Teknoloji, iş organizasyonu çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek,
g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine öncelik vermek,
ğ)Çalışanlara uygun talimatlar vermek." hükmü yer almaktadır.

Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümünün genel çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, “çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü” olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı birtakım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5. maddede, işverenin anılan yükümlülükle gerçekleştireceği korunma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise, işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir (Prof. Dr. Tankut Centel, İşverenin İşyerinde Sağlık ve Güvenliği Sağlama Yükümü, Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası, cilt: 27 sayı: 3 Mayıs 2013).

Anılan düzenlemeler uyarınca davanın yasal dayanağı, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77’nci maddesidir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, 4857 sayılı Kanun'un 77. maddesi uyarınca, işverenler iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenler alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumluluklar konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Anılan madde ile, işverenlere, işçi sağlığı ve iş güvenliği kavramından kapsamlı olarak, her türlü önlemi almak yanında, bir anlamda objektif özen yükümlülüğü de öngörülmektedir. Bu itibarla işverenin, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçinin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı takdirde gerekmeyeceği gibi bir düşünce ile almaktan sarfınazar etmesi kabul edilemez. 

Diğer taraftan, işçilerin beden ve ruh sağlığının korunmasında önemli olan yön, iş güvenliği tedbirlerinin alınmasının hakkaniyet ölçüleri içinde işverenlerden istenip istenemeyeceği değil, aklın, ilmin, fen ve tekniğin, tedbirlerin alınmasını gerekli görüp görmediği hususlarıdır. Bu itibarla işverenler, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçilerin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı taktirde gerekmeyeceği gibi düşünceler ile almaktan çekinemeyeceklerdir. Çalışma hayatında süre gelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı da, işverenlerin önlem alma ödevini etkilemez. İşverenler, çalıştırdığı sigortalıların bedeni ve ruh bütünlüğünü korumak için yararlı her önlemi, amaca uygun biçimde almak, uygulamak ve uygulatmakla yükümlüdürler

Tazminat davalarının özelliği gereği İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşullar gözönünde tutularak ve özellikle zararlandırıcı olayın niteliğine göre, İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, zararlandırıcı sigorta olayı yönünden alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle işveren ve işçi yönünden kusurun aidiyeti ve oranı, olayın meydana gelmesinde üçüncü kişinin eyleminin bulunup bulunmadığı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmalıdır.

Belirtilmelidir ki, hükme esas alınacak kusur raporlarının da 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. ve işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir. 77. maddede anılan düzenleme, işçiyi gözetim ödevi ve insan yaşamının üstün değer olarak korunması gereğinden hareketle; salt mevzuatta öngörülen önlemlerle yetinilmeyip, bilimsel ve teknolojik gelişimin ulaştığı aşama uyarınca alınması gereken önlemlerin de işveren tarafından alınmasını zorunlu kılmaktadır. İş kazasının oluşumuna etken kusur oranlarının saptanmasına yönelik incelemede; ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip, kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.

Bunun yanında işverenin kusursuz sorumluluk hallerinden birisi olan "kaçınılmazlık" kavramına biraz değinmek de gerekir. Öğretide, yargısal kararlarda ve yasalarda kötü tesadüf, fevkalade hal, umulmayan durum, tesadüfi olay olarak da adlandırılan kaçınılmazlık, hukuksal ve teknik anlamda “fennen önlenmesi olanaksız” başka bir anlatımla işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemler alınmış olunsa bile önlenemeyecek olan durumları ifade eder. Kaçınılmazlığın unsurları, 1- İrade dışında meydana gelen olay, 2- Davranış kuralının veya sözleşme borcunun ihlali, 3- İlliyet bağının bulunması, 4- Olayın önlenemezliği hususlarıdır. Bu unsurlardan özellikle sonuncusu olan olayın önlenemezliği hususunu biraz açmak gerekirse; buradaki önlenemezliğin olayla ilgisi yoktur. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler önlenemez olaylara karşın bir davranış kuralını ve borca aykırılığı önleme olanağını sağlamaktadır. Örneğin; bir inşaat işçisinin üzerinde çalışacağı tabiyeyi hazırlamak için duvara beton çivisi çakarken çivinin başının kırılıp gözüne kaçması olayında çivinin kırılması irade dışı ve önlenemez bir olay olmakla birlikte kırılan bu çivinin işçinin gözüne kaçması önlenemez bir olay değildir. Zira çalışma esnasında gözlük kullanılarak bu neticenin önüne geçilebilinir. O halde böylesi bir durumda olayın önlenemezliğinden bahisle kaçınılmazlıktan bahsetme imkanı yoktur.

Somut olayda, yukarıda belirtilen hususlar dikkate alındığında, her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda olayın meydana gelişinde % 30 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün olmayıp işçi sağlığı-iş güvenliği konularında uzman ehil bilirkişi kuruluna konuyu yukarıda açıklandığı biçimde yeniden inceleterek taraf vekillerinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASI gerekmiştir.

G)Sonuç:

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK'nun 373/1. maddeleri uyarınca (KALDIRILMASINA), ilk derece mahkemesi kararının yukarıda belirtilen nedenlerle (BOZULMASINA), dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde taraflara iadesine, 10.10.2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Konu Hakkında Kişisel Görüşlerimi Okumak İçin Lütfen Tıklayınız

Kişisel Görüşüm: Bir İşe İade Davasında İlk Derece Mahkemesinin Red, BAM'ın İşe İade, Yargıtayın İlk Derece Mahkemesinin Kararına Benzer Şekilde Red Kararı (2017)

Konu hakkında görüşüm şöyledir

Bir İşe İade Davasında İlk Derece Mahkemesinin Red, BAM'ın İşe İade, Yargıtayın İlk Derece Mahkemesinin Kararına Benzer Şekilde Red Kararı (2017)

Aşağıda "Bir İşe İade Davasında İlk Derece Mahkemesinin Red, BAM'ın İşe İade, Yargıtayın İlk Derece Mahkemesinin Kararına Benzer Şekilde Red Kararı" nı okuyacaksınız.

Bu karar ile ilgili düşüncelerim yazının sonundadır.

22. Hukuk Dairesi         2017/40224 E.  ,  2017/21912 K.

"İçtihat Metni"
BÖLGE ADLİYE
MAHKEMESİ : ... 7. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : İŞE İADE 

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı işçi, 05.02.2016 tarihinde iş akdinin İş Kanununun 17., 18. ve 19. maddelerine aykırı olarak feshedildiğini, çalışmaya başlamadan önce hiçbir sağlık sorununun olmadığını, eğilerek çalışması sebebiyle görme özürünün arttığını, bel fıtığı, boyun fıtığı ve şeker gibi sorunlarının ortaya çıktığını, bu sorunların kaynağının çalıştığı işyeri olduğunu, 2015 yılı Ekim ayında iş kazası geçirdiğini, hastanede iş kazası olarak ifade vermesi nedeniyle işverenin kendine karşı olumsuz davranışlar içine girdiğini, çeşitli baskılar yapıldığını ileri sürerek işe iadesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacının iş akdinin İş Kanununun 17. ve 18. maddeleri gereğince kıdem ve ihbar tazminatı eksiksiz ödenmek üzere feshedildiğini, davacının rapor alarak veya viziteye çıkarak veya mazeretsiz olarak devamsızlık yaptığı günlerin arttığını, bu nedenle kendisinden savunma istendiğini, savunma isteminin davacı tarafından tebliğ alınmadığını, savunma istek yazısının kendisine okunduğunu, yazılı bir savunma vermediğini, özlük dosyasındaki sağlık kayıtları incelendiğinde davacının müvekkili işyerinde çalışmaya başladığında göz bozukluğunun zaten mevcut olduğunu ve gözlük kullandığını, sıklaşan aralıklarla rapor aldığını ve viziteye çıktığını, bunların çok azının bel, boyun fıtığı ve şeker rahatsızlığı ile ilgili olabileceğini, davacının çalışma koşulları nedeniyle şeker hastalığı ve bel fıtığı rahatsızlıklarına yakalandığı iddiasının hiçbir dayanağının olmadığını, davacının gelecekte de sık sık hastalanma ve devamsızlık yapma ihtimali olduğunu, müvekkilinin çalışma düzenini olumsuz etkileyeceğinin açık olduğunu ileri sürerek davanın reddini istemiştir. 

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:

İlk Derece Mahkemesince, toplanan kanıtlara dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir.

İstinaf başvurusu : 

İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davacı istinaf başvurusunda bulunmuştur. 

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : 

Bölge Adliye Mahkemesince, feshin geçerli nedenlere dayandığının ispat yükünün işverende olduğu, davalı işverenin davacının rapor alması nedeni ile işletmenin işleyişinin ve işin yürütümünün olumsuz şekilde etkilendiğini ispat edemediği, davalı işverenin feshin geçerli nedenlere dayandığını ispat edemediği, davalı işverenin feshinin yerinde olmadığı, fesih işleminin geçerli veya haklı bir sebebe dayanmadığı, fesih işleminin geçersiz olduğu, davacının işe iadesinin gerektiği, davanın reddine ilişkin yerel Mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun yerinde bir karar olmadığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılarak yeniden esas hakkında karar verilmesi gerektiği belirtilerek davanın kabulü ile davacının işe iadesine karar verilmiştir.

Temyiz:

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. 

Gerekçe:

Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddeleridir. 

4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.

Yetersizlikten kaynaklanan nedenler; işçinin ortalama benzer işi görenlere göre daha az verimli çalışması, gösterdiği niteliklerden beklenenden daha düşük performansa sahip olması, işe yoğunlaşmasının giderek azalması, işe yatkın olmaması, öğrenme ve kendisini geliştirme konusunda yetersiz kalması, sık sık hastalanması, çalışamaz duruma getirmemekle birlikte işini gerektiği şekilde yapmasını devamlı olarak etkileyen hastalığa yakalanması ve uyum yeterliliğinin azalması gibi işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen sebeplerdir.

4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. 

Somut olayda, davalı işveren tarafından üretim elemanı olan davacının iş sözleşmesinin yaklaşık son bir yıldır sıklıkla viziteye çıkarak rapor aldığı ve mazeretsiz devamsızlık yaptığı, söz konusu sebeplerin çalışma düzenini olumsuz etkileyeceği, iş planı düzeninin bozulduğu, diğer personele ilave iş yükü getirdiği ve üretim açığı verildiği gerekçesiyle geçerli nedenle feshedildiği anlaşılmaktadır.

Dosya içeriğinden, 09.04.2010 tarihinde davalı işyerinde işe başlayan davacıyla ilgili (2012-2016 yılları arasını kapsayan) muhtelif tarihlere ilişkin sağlık kurulu raporları, işgöremezlik belgesi ve vizite kağıdı ile bir kısım diğer tıbbi belgelerin sunulduğu görülmekte olup bu belgeler ile birlikte dinlenen tanık beyanları değerlendirildiğinde davalıdan iş sözleşmesinin yürütümünün beklenemeyeceği dolayısıyla feshin geçerli nedene dayandığının anlaşılması karşısında davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece işe iadeye yönelik yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, Bölge Adliye Mahkemesi hükmünün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda belirtilen sebeplerle;

1-... Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesininin 03.07.2017 tarih ve 2017/1074 esas - 2017/904 sayılı kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2-Davanın REDDİNE,

3-Karar tarihi itibariyle alınması gerekli olan 31,40 TL karar ve ilam harcından, peşin alınan 29,20 TL harcın mahsubu ile bakiye 2,20 TL karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,

4-Davalı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte olan tarifeye göre 1.980,00 TL vekâlet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,

5-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 46,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,

6-Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, karardan bir örneğin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

7-Taraflarca yatırılan gider avanslarından varsa kullanılmayan bakiyelerinin ilgili taraflara iadesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak 16.10.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.